29 Temmuz 2013 Pazartesi

pablo

“Bir sanatçının ne olduğunu sanıyorsunuz? … Yeryüzünde olup biten yürekler acısı, heyecanlı ya da zevkli şeylerin bilincinde olan ve kendini tamamen onların yansımasında şekillendiren bir politik varlıktır. Resim evleri dekore etmek için yapılmaz. O bir savaş aracıdır.” 

14 Temmuz 2013 Pazar

Sinek ısırıklarının müellifi

"editör hanım, bunca acıya rağmen hala hayatta olduğumuza göre ya üç kağıtçıyız ya da umudumuz var. ben kendimi üçkağıtçı gibi hissediyorum.

editör hanım, max beckmann’ı bilir misiniz? 1884-1950 yılları arasında yaşamış bu alman ressam, yirminci yüzyıl insanının yol açtığı dehşete tanık olmuş ve kayıtsız kalamamıştı. “aşırı duyguları yaşamak biçim yaratmanın kendisidir." demişti. “biçim kurtuluştur. " öfke, acı, dehşet, yalnızlık, korku, sıkışmışlık, huzursuzluk… bu duyguların itici renkler, çarpıtılmış şekiller kullanılarak aktarılmaya çalışıldığı bir resim aynı zamanda nasıl güzel olabilir? beckmann bunu başarmıştı, çünkü tanık olduğu şeylerin tahakkümünden biçim üzerine yoğunlaşarak kurtulabileceğini görmüştü. 

günümüzde biçim üzerine bir tartışmaya girmek için ağzınızın epey laf yapması gerek ve ortalık bayağı karışır. ama şurası açık ki modern toplumda aşırı duygular yaşamak, hoş karşılanmayan, istenmeyen bir şey. bunun için hekimlerimiz ve ilaçlarımız var. ne olursa olsun hayatın devam edeceğini bize bildiren dostlarımız var.

kendi acılarımıza ve başkalarının acılarına hiçbir yeni biçim arayışına girmeden tanık olmamız ve sessizce katlanmamız bekleniyor. günümüzün dünyası beckmann’ın dünyasından daha tekin bir yer değil. her şey kendini ölçüsüzce çoğaltarak var olmaya çalışıyor: insanlar, silahlar ve para.

hayata baktığımızda orada, çöplüklerin ve cinayetlerin saltanatını görüyoruz, kirli savaşların heybetli anıtını görüyoruz. edebiyat yavaş yavaş lüks haline geliyor. bu koşullarda yazmak, tek ve öldürücü bir hamleyse anlamlı. ötesi üçkağıttan başka bir şey değil.

yayın evinize teslim ettiğim romanı yazarken, elbette ben de o tek ve öldürücü hamleyi aradım, hep aradım. ama şimdi yazdıklarımı düşünüyorum da…

beş yaşımda, annem ve babamla bir taksiye binip sünnet olmaya giderken, annemin elinden tutmuştum. korkuyordum. babam ön koltuktan bana doğru dönüp canımın hiç acımayacağını müjdelemişti: “sinek ısırığı gibi bir şey hissedeceksin."

hayır, o hamleyi bulamadım! yazar filan değilim ben editör hanım, ben sinek ısırıklarının müellifiyim. kitabımı basarsanız arka kapağına da okuyucu için lütfen şöyle bir uyarı yazın: hiç acımayacak!

saygılarımla. "